Anayasa Mahkemesi’nin 2019/22043 Başvuru Numaralı ve 15.06.2022 Tarihli Kararı

Anayasa Mahkemesi’nin 2019/22043 başvuru numaralı 15.06.2022 tarihli kararı, 31927 sayılı  ve 18.08.2022 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

Sair kararda, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının tefhim edilmesinden sonra verilen itiraz dilekçesi üzerine gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın itirazının incelenmesi için yetkili mahkemeye gönderilmesi ve başvurucuya ayrıntılı itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine yönelik hüküm kurulmuştur. Kararın ilgili bölümlerine aşağıda yer verilmektedir.

“16. Anayasa Mahkemesi, daha önce HAGB kararının tefhim edilmesinden sonra verilen itiraz dilekçesi üzerine gerekçeli karar başvurucuya tebliğ edilmeden dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesi ve başvurucunun ayrıntılı itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (Ayşe Eşlik, §§ 24-44; Batuhan Şengül, B. No: 2017/29295, 21/7/2020, §§ 25-35; İbrahim Kaya, B. No: 2017/29474, 28/1/2020, §§ 24-34). Bu başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir.

17. Anayasa Mahkemesinin anılan kararı nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Ayrıca sair karar ile, başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlalinin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağına, başvurucunun 3 yıl denetim altında tutulduğuna ve bu sebeple ihlalin bütün sonuçlarının ortadan kaldırılabilmesi için yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi yönünde hüküm kurulmuştur.  Kararın ilgili bölümü şu şekildedir;

“20. Başvurucu, 15.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Somut olayda başvurucu ihlale konu karar dolayısıyla kararın kesinleştiği 3/5/2019 tarihinden bireysel başvurunun esas incelemesinin yapıldığı 15/6/2022 tarihine kadar yaklaşık üç yıl denetim altında tutulmuştur. Dolayısıyla ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için başvurucunun yaklaşık üç yıl denetim altında tutulmuş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

Sair karar metninin tamamına aşağıda yer alan link üzerinden erişebilirsiniz.

http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/08/20220818-13.pdf

Anayasa Mahkemesi’nin 23.02.2022 Tarihli ve 2017/39464 Başvuru Numaralı Kararı

Anayasa Mahkemesi’nin 23.02.2022 tarihli ve 2017/39464 başvuru numaralı kararı 27.04.2022 tarihli ve 31822 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.  Sair kararda; öğretmen olan başvurucunun sosyal medya hesabı üzerinden yapmış olduğu paylaşım nedeniyle kınama cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine yönelik hüküm kurulmuştur. Kararın ilgili bölümlerine aşağıda yer verilmektedir.

“10. Başvurucunun sekreterliğini yaptığı Sendikaya kayıtlı olan bir kamu görevlisi, ikamet ettiği lojmanı kendisine tanınan yasal süreyi aşarak tahliye etmesi nedeniyle İl Disiplin Kuruluna sevk edilmiş; başvurucu da Sendika temsilcisi sıfatıyla Kurulun anılan toplantısına katılmıştır. Toplantı sona erdikten sonra başvurucu, şahsi Facebook hesabından bir paylaşımda bulunmuştur. Başvurucunun anılan paylaşımı şu şekildedir:

“İl Disiplin Kurulu toplantısında bulunan Vali Yardımcısı, Adana İl Milli Eğitim Müdürü [T.A.] ve iki kurum müdürü, [S.] İlçe Müdürlüğünde [M.] isimli hizmetlinin lojmandan geç çıkması nedeniyle aldığı kınama cezasının verilmesi yönünde görüş bildirdiler. Aziz Milletimizin nasıl yönetildiğini görün, bilin ve takdiri siz verin diye bir il müdürünün personelini harcaması değil sahip çıkması gerektiğini anlattık.”

11. Yapmış olduğu paylaşım ve başka iddialar nedeniyle başvurucu hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. Soruşturma sonucunda anılan paylaşım nedeniyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125. maddesinin (B) bendinin (a) alt bendi uyarınca herhangi bir açıklamaya yer vermeden kınama, bir siyasi partiyi eleştiri mahiyetindeki başka paylaşımları yönünden aynı maddenin (B) bendinin (d) alt bendi uyarınca kınama, bir gazete haberi ve sınav istatistikleri üzerine yapmış olduğu yorum nedeniyle aynı maddenin (A) bendinin (e) alt bendi uyarınca uyarma cezasıyla tevhiden aynı maddenin (B) bendinin (d) alt bendi uyarınca kınama cezasıyla tecziyesinin teklifi üzerine başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

..

36. Bununla birlikte devlet memurları söz konusu olduğunda görüşlerin dengeli ve siyaseten yansız olarak açıklanıp açıklanmadığı, kişisel tavırlar sergilenip sergilenmediği ve tarafsızlıklarının güvence altında olup olmadığı ifade özgürlüğü incelemesinde değerlendirmeye alınır. Bu bağlamda memurun bulunduğu konum, görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesini belirlemede ulusal makamların bir takdir marjı vardır (Hasan Güngör, § 48; Ömer Yalçın, § 26).

..

40. Başvurucu paylaşımında, İl Millî Eğitim Müdürü’nü bir personelin disiplin cezası alması yönünde karar vermesi nedeniyle hedef alarak “personelini harcaması değil sahip çıkması gerektiği“şeklinde bir ifade kullanmıştır. Başvurucu, lojmandan çıkmayan bir kamu personelinin önce uyarılıp daha sonra kolluk marifetiyle tahliye edilmesi gerekirken hukuka aykırı şekilde disiplin cezasıyla cezalandırılması nedeniyle bu ifadeyi kullandığını beyan etmiştir. Başvurucu; Sendika üyesi olan personelin haksızlığa uğradığını, personelin amiri olan İl Millî Eğitim Müdürü’nün personeline sahip çıkması gerektiğini düşünmekte ve Sendika yöneticisi olarak haklarını savunmaya çalışmaktadır. Başvurucunun Kurul üyelerinin karara yansımayan, toplantıda dile getirdikleri görüş ve düşüncelere dair herhangi bir paylaşımı da olmamıştır.

41. Kamu görevlilerinin sahip oldukları statüden kaynaklanan bazı sınırlamalara tabi olmaları ifade özgürlüğü gibi temel bir özgürlüğü kamu görevlisi olma adına peşinen feda etmeleri gerektiği anlamına gelmemelidir. Bu nedenle bir kamu görevlisi dengeli olmak, yürüttüğü kamu görevi bakımından tarafsızlığına gölge düşürmemek ve görevini aksatmamak kaydıyla ifade özgürlüğünü kullanarak eleştiride bulunabilir. Somut olayda da başvurucunun sosyal medya hesabından paylaştığı ifadelerin kamu görevlisi statüsünden kaynaklanan ödev ve sorumluluklarına aykırı ve tarafsızlığına gölge düşürecek nitelikte olmadığı, yöneticisi olduğu Sendikanın bir üyesi ile ilgili olarak gerçekleştirilen toplantıya ilişkin görüşlerini yansıtan, ifade özgürlüğü korumasından yararlanması gereken ifadeler olduğu kanaatine varılmıştır.

42. Yukarıdaki değerlendirmeler gözönünde bulundurulduğunda idare ve mahkeme kararlarında, kamu görevlisi olan başvurucunun ifade özgürlüğü ile ödev ve sorumlulukları arasında adil bir denge kurulmadığı, müdahaleyi oluşturan disiplin cezasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığı değerlendirilmiştir.

43. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”

Karar metninin tamamına aşağıda yer alan link üzerinden erişebilirsiniz.

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/04/20220427-10.pdf

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Başvuru Süresi

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini değiştiren 15 Nolu Protokol, Türkiye Cumhuriyeti tarafından 13/09/2013 tarihinde imzalanmıştır. İşbu protokol, 01/08/2021 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.

 15 Nolu Protokolün 4. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşme’nin 35. maddesinin 1.paragrafında yer alan ‘‘altı aylık süre içinde’’ ibaresi “dört aylık süre içinde’’ ibaresi ile değiştirilmiştir. Bu suretle; kabul edilebilirlik koşullarını düzenleyen 35. madde değiştirilmiştir ve başvuruların iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren dört aylık süre içinde yapılması gerekmektedir. Sair maddenin yürürlük tarihi ise 01/02/2022’dir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşme’nin 35. maddesinin 1.paragrafının güncel metni,

‘‘Mahkeme’ye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren dört aylık bir süre içinde başvurulabilir.’’

şeklindedir.

Türkiye Barolar Birliği’nin duyurusuna aşağıda yer alan link üzerinden erişebilirsiniz.

https://www.barobirlik.org.tr/Haberler/duyuru-20227-82280

15 nolu Protokol ile ilgili resmi ve detaylı bilgiye aşağıda yer alan link üzerinden erişebilirsiniz.

https://www.coe.int/en/web/conventions/full-list?module=treaty-detail&treatynum=213

İşe İade Davasında Gerekçeli Kararın 1 Yıl Sonra Yazılmasının Adil Yargılanma Hakkının İhlali Olduğuna İlişkin AYM Kararı

Anayasa Mahkemesi’nin 07.09.2021 tarihli ve 2018/15809 sayılı kararı, 13/01/2022 tarihli ve 31718 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Sair başvuruda işe iade talebiyle açılan davada gerekçeli kararın geç yazılması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği yönünde hüküm kurulmuştur. İşe iadeye karar verilmesine rağmen, gerekçeli kararın bir yılı aşkın süre sonra yazılmasının adil yargılanma hakkının ihlali olduğuna hükmolunmuştur. Olayda işe iade kararı  10/07/2017 tarihinde verilmiş ve gerekçeli karar ise 20/09/2018  tarihinde yazılmıştır. Kararın bazı bölümleri aşağıda yer almaktadır.

‘‘22. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunmasıdır. Hukuki uyuşmazlıkların çözüm sürecini uzatarak çoğu zaman elde edilecek hükmün yararını ortadan kaldıran bir yargılama, adaletin yerine getirilmesindeki etkililiğe ve güvenliğe zarar verecektir. Ancak makul sürede yargılanma hakkı bakımından uyuşmazlığa ilişkin yargılamanın kısa sürede sonuçlandırılması kadar hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).

24. Eldeki başvuruya ilişkin benzer olgu ve iddialar Anayasa Mahkemesince daha önce Hatice Akgül kararında ele alınmıştır. Söz konusu kararda; işe iade kararının icra kabiliyeti kazanabilmesi için kesinleşmesinin gerektiği, gerekçeli kararın geç yazılması hâlinde hükmün kesinleşmesinin gecikeceği ve lehine karar tesis edilenin mağdur olacağı ifade edilmiştir. Kararda; mahkeme hükmünün icra kabiliyetinin ancak kesinleşme ile söz konusu olabileceği dikkate alındığında kararın kesinleşmesinin en önemli aşamalarından birinin gerekçeli kararın yazılması olduğu, bu yükümlülüğün ise derece mahkemeleri tarafından yerine getirilmesi gerektiği belirtilmiştir (Hatice Akgül, §§ 33-37).

25. Anılan kararda Anayasa Mahkemesi; yargılama süresinin toplamda 2 yıl 5 ay olmakla birlikte ilk derece mahkemesinin kararı tefhiminden gerekçeli kararı yazmasına kadar geçen 1 yıl 3 ay 29 günlük sürenin makul olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığını, bu durumun tek başına yargılama süresinin uzamasına neden olduğunu belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

26. Somut başvuruda da başvurucuların işe iade talebiyle açmış olduğu davanın sonuçlarından yararlanabilmesinin, başka bir deyişle kararın kesinleşmesinin en önemli aşamalarından biri gerekçeli kararın yazılması olup bu yükümlülük başvurucunun talebine, tutumuna veya sorumluluğuna bağlı olmaksızın mahkemeye aittir.

29. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.’’ şeklinde ihlalin gerçekleştiği yönünde hüküm kurulmuştur.

32. İncelenen başvuruda Mahkemenin gerekçeli kararı geç yazması nedeniyle uzun süren yargılamada makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

33. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurulara ayrı ayrı net 8.750 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

Sair karar metninin tamamına aşağıda yer alan link üzerinden erişebilirsiniz.

https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15809

Haklardan Yararlanma İçin Aile Olma Vasfının Aranması Ayrımcılık Yasağını İhlalidir

2018/18505 başvuru numaralı 16.06.2021 tarihli Anayasa Mahkemesi Kararı 28.09.2021 tarihli 31612 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. HES Projesi’nin yapımından etkilenen ailelerin “Yeni Hasankeyf yerleşim alanına” nakilleri, hak sahiplikleri ve borçlandırılmalarına ilişkin usul ve esasların belirlenmesi için Bakanlar Kuruluna yetki tanınmıştır. Bakanlar Kurulunun kararı ile baraj projesinden etkilenenlere sağlanan konut yardımı için hak sahibi olma koşullarından ‘aile olma vasfını’ taşımama gerekçesiyle yararlandırılmamanın mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağını ihlal ettiği yönünde hüküm kurulmuştur. Sair kararın ilgili bölümleri aşağıda yer almaktadır.

35. Başvurucu; aile efradının çok uzun süreden beri Hasankeyf’te ikamet ettiğini, anne ve babasının ölümünden sonra bekâr olması, kardeşinin de bulunmaması sebebiyle tek başına kaldığını belirtmektedir. Başvurucu 5543 sayılı Kanun’un geçici 8. maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla getirilen haktan yararlanmak için aile vasfını haiz olma şartının kendisi yönünden aranmasının eşitlik ilkesini ve mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmektedir. Başvurucu bir kardeşinin bulunması hâlinde 5543 sayılı Kanun’un 17. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi uyarınca hak sahibi olabilecekken kardeşinin olmaması ve bekâr olması sebebiyle bu imkâna kavuşamadığını vurgulamaktadır. Başvurucu, aynı durumda bulunanlara mülk edinme bakımından farklı muamele edildiğini ve bunun Anayasa’nın 10. ve 35. maddelerini ihlal ettiğini öne sürmektedir.

 ….

48. Başvurucu, Ilısu Barajı ve HES Projesi’nin etkilediği kişilere yönelik olarak 5543 sayılı Kanun’un geçici 8. maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla getirilen konut yardımı imkânından yararlanmak için müracaat etmiş ancak başvurucunun 5543 sayılı Kanun’un 17. maddesinde belirtilen aile vasfını haiz olma şartını sağlamadığı gerekçesiyle talebi reddedilmiştir. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin öncelikle karara bağlaması gereken husus, başvurucunun 5543 sayılı Kanun’un geçici 8. maddesinin (3) numaralı fıkrası bağlamında bir hakka sahip olup olmadığıdır.

49. Başvurucunun eski Hasankeyf ilçe merkezinde bir konutunun bulunduğu açıktır. Ayrıca başvurucunun Bakanlar Kurulu kararıyla belirlenen “Usul ve Esaslar“ın 3. maddesindeki aile vasfını haiz olma dışındaki diğer şartları taşıdığıyla ilgili olarak bir ihtilaf bulunmamaktadır. Başvurucunun anılan haktan yararlandırılmamasının yegâne nedeni aile vasfını haiz olma şartını sağlamamasıdır.

….  

66. Başvurucunun kamu otoritelerinin konut yardımı hakkının tanınmasında aileyi esas almalarına yönelik bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucunun şikâyeti aile tanımına yöneliktir. Başvurucu yetim çocuklardan evli olanlar, çocuksuz olarak dul olanlar ile kardeşi olanlar bu haktan yararlanabilmekteyken kendisinin tek çocuk olması ve evli olmaması sebebiyle bundan yararlanamamasından şikâyet etmektedir. Gerçekten Kanun’un 17. maddesi anne ve babası ölmüş çocuklardan evli olanları, dul kalanları ve tek çocuk olmayanları (kardeşi olanları) Kanun’un uygulanması bağlamında aile kavramının içinde addederken tek çocuk olup hiç evlenmemiş olanları aile kavramının kapsamı dışında bırakmıştır. Bu durumda anne ve babası ölmüş ancak evli olan ya da çocuksuz olarak dul kalan veyahut bekâr olup en az iki kardeş olan çocuklar konut yardımından yararlanabilmekte, buna karşılık kardeşi olmayan ve bekâr olan çocuklar bundan mahrum kalmaktadır. Dolayısıyla konut yardımı hakkından yararlanılmasında benzer durumda olan yetim çocuklar arasında tek çocuk olup olmama ve evlenmiş olup olmama temelinde farklı muamele yapıldığı açıktır.

…..

69. Bu durumda başvurucunun 5543 sayılı Kanun’un geçici 8. maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla getirilen konut yardımı hakkından yararlanılması bakımından maruz bırakıldığı farklı muamelenin nesnel ve haklı bir temelinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Farklı muamelenin haklı bir sebebinin bulunmadığı sonucuna ulaşıldığından orantılılık yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa’nın 10. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Anayasa Mahkemesi kararının tamamına aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.

https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18505

Anayasa Mahkemesi’nin 2018/30296 Başvuru Numaralı ve 07/09/2021 Tarihli Kararı

14/10/2021 tarihli ve 31628 saylı Resmi Gazete ’de yayınlanmıştır. Sair kararda, etkili bir yargısal sistem kurulması konusunda kamusal makamlarca üstlenilmesi gereken pozitif yükümlülüğün gerektirdiği şartların yerine getirilmemesinin sonucu olarak özel hayata saygı hakkı kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği yönünde hüküm kurulmuştur. Sair kararın ilgili bölümleri aşağıda yer almaktadır.


‘‘32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun telefonunda yer alan bilgilerin eşi tarafından kaydedilerek boşanma davasında delil olarak kullanılması söz konusudur. Bu bağlamda başvurucunun fotoğrafları, videoları, konuşma ve mesaj kayıtlarının belirli bir gerçek kişi hakkındaki bilgi kapsamında olduğu gözetildiğinde bu bilgilere erişilmesinin, bunların kullanılmasının ve işlenmesinin özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı çerçevesinde kaldığı anlaşılmıştır. Somut olayda başvurucunun şikâyetlerinin özünü; telefonunda yer alan bilgilerin, dolayısıyla kişisel nitelikteki birtakım verilerinin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesine ilişkin suç duyurusunda etkili bir yargısal sistem kurma yükümlülüğüne uyulmadığı iddiası oluşturmaktadır. Bu durumda başvurunun Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunması hakkı yönünden değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

42. Somut olayda şikâyet dilekçesinde başvurucu; eşinin yalnızca boşanma davasında delil elde etme amacıyla hareket etmediğini, bu dava açıldıktan sonra da casus yazılımı kullanmaya devam ettiğini beyan etmiştir. Yine başvurucu, bu yazılımın hangi tarihte yüklendiğinin, eşi tarafından elde edilen verilerin kapsamının ne olduğunun araştırılmasını talep etmiş; boşanma davasına sunulan ses kayıtlarında kes yapıştır şeklinde değişiklikler yapıldığını ileri sürmüştür. Bu şikâyet üzerine Başsavcılık tarafından şüphelinin ifadesinin alındığı, Hukuk Mahkemesi ile yazışma yapıldığı ve boşanma davasının incelendiği görülmüştür. Başsavcılık tarafından yapılan değerlendirme neticesinde başvurucunun eşinin üzerine atılı fiilleri ikrar ettiği belirtilerek bu kişinin cezalandırılması istemiyle dava açılmıştır. Bu itibarla soruşturmanın etkili bir şekilde yürütüldüğünü, başvurucunun iddialarının kovuşturma sırasında tartışılıp değerlendirilmesine imkân sağlayacak şekilde ortaya konulduğunu söylemek mümkündür.

43. Öte yandan yargılama sırasında başvurucu tarafından aynı iddialar ileri sürülmüş ise de Ceza Mahkemesi gerekçesinde boşanma davasına atıfta bulunularak sanığın delillerin kaybolmaması amacıyla hareket ettiği ve elde edilen verilerin yalnızca boşanma davasında delil olarak kullanıldığı belirtilmiştir. Bu itibarla somut olayda başvurucunun hangi kişisel verilerinin elde edildiği, bu verilerde değişiklik yapılıp yapılmadığı, verilere ne kadar süre ile ulaşıldığı hususlarında hiçbir araştırma yapılmadığı gibi gerekçede başvurucunun bu iddialarının hangi sebeplerle karşılanmadığı konusunda bir açıklama bulunmadığı da görülmüştür.

45. Dolayısıyla yargılama sürecinde olayın aydınlatılmasına yönelik esaslı iddiaların araştırılmaması, bu suretle kovuşturmanın derinleştirilmemesi, yasal dayanağı gösterilmeyen gerekçelerle sonuca ulaşılması nedeniyle anayasal hakları güvence altına alacak şekilde etkili bir yargısal sistem kurma yükümlülüğüne uygun hareket edildiği söylenemeyecektir.

46. Sonuç olarak etkili bir yargısal sistem kurulması konusunda kamusal makamlarca üstlenilmesi gereken pozitif yükümlülüğün gerektirdiği şartların somut olayda yerine getirilmediği değerlendirildiğinden Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkı kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. ’’

Anayasa Mahkemesi Kararının tamamına aşağıdaki link üzerinden ulaşabilirsiniz.

https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30296